Şekil renkleri

Metin renkleri


Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

TATLIOĞLUNDAN TARİHE NOT DÜŞECEK BİR KONUŞMA:

2 sene önce
81 kez okundu
TATLIOĞLUNDAN TARİHE NOT DÜŞECEK BİR KONUŞMA:

Mehmet Çatakçı
TBMM Genel Kurulunda görüşülen 2023 Bütçe Kanunu üzerine İYİ Parti adına söz alan Grup Başkanı ve Bursa Milletvekili Prof.DR.İsmail Tatlıoğlu Genel Kurulda tarihe not düşecek bir konuşma yaptı.
Tatlıoğlu geçmiş ile bu günü karşılaştırırken gelinen üzücü ve kötü ekonomi tablosundan şöyle bahs
Bir yanlışı da hemen başında düzeltmek istiyorum: Esasında, bu “21’inci AK PARTİ bütçesi” şeklinde konuşuluyor ama bu, 5’inci Cumhur İttifakı bütçesi. Çünkü 2018 seçimlerinde milletimiz, AK PARTİ’ye bütçe yapma hakkı vermemiştir. Onun için bir tarafta Milliyetçi Hareket Partisinin elleri kalkıp öbür tarafta birlikte bir bütçe olmaktadır. O nedenle Sayın Kesici de bu hakkı veriyor, ben saygı duyuyorum ama milletin verdiği böyle bir hak yoktur. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Ben anlıyorum ki AK PARTİ yetkilileri, bizim güçlendirilmiş parlamenter sistem çalışmalarımızla çok yakından ilgileniyorlar, çalışmalarımıza çok yakından ilgi duyuyorlar, bu da bizi gerçekten sevindirdi. Bu konuda da bilgi eksikliği ve yanlış anlamaları engellemek için kendileriyle, kendilerinin talebi hâlinde bu konuyu gerçekten brife etmekten sevinç duyarız.
Bir başka konu, buna değinmek zorundayım, özellikle AK PARTİ’li sözcülere -meşhur laf- bütçe konuşmasında ne yazık ki gördük ki “Müflis tüccar mısınız ki eski defterleri karıştırıyorsunuz?” Gerçekten, bugüne dair söylenecekler bitti mi, yarına dair söylenecekler bitti mi de düne dair eski defterleri karıştırarak bu bütçe sürecini bir şekilde gündemin dışına taşırma söz konusu oluyor.
Üzülerek bir şeyi söylemek istiyorum: 1998’de Sayın Erdoğan’ın mahkûmiyet kararı için de mahkemenin lehine çok sayıda milletvekili buralardan konuşmuştu, alanlarda da çok sayıda siyasetçi konuşmuştu. Ne yazık ki görüyorum ki roller değişmiş ama niyetler aynı. Ve yazık ki o günün mağdurlarını bugünün zulmünü alkışlayanlar olarak görmek, gerçekten, üzüntü vericidir.    Postmodern vesayet dönemi vardır bugün. 25 Ekim 2017’de, İYİ Parti kurulurken Sayın Genel Başkanın vecize sözünü tekrar hatırlatmak isterim: “Postmodern Millî Şef dönemine asla müsaade etmeyeceğiz.” O günkü öngörü; bugün nasıl bir siyasetin hâkim olduğunu, o günkü öngörünün ne kadar haklı olduğunu bize göstermiştir ve gerçekten, demokrasi şehidi rahmetli Menderes, Polatkan ve Zorlu bugün olsalardı en sert AK PARTİ muhalifi olurlardı. Bu ülkenin devletin partisinden parti devletine dönüştürülmesinin ve yaptıkları fedakârlıkların gömülmekte olduğunu görmenin üzüntüsü içerisinde olurlardı ve gerçekten de ruhları incitilmiştir.
Bir şey daha vurgulamak istiyorum: Eğer 12 Eylül 2010 referandumu olmasaydı, değerli milletvekilleri, 15 Temmuz olmazdı. 12 Eylül 2010’un, 12 Eylül 1980’den bir bakıma daha tahripkâr olduğunu söylemek çok yanlış olmaz ve çok şükür ki aziz milletimiz 15 Temmuzda devleti sokaktan toplamıştır, bu da bu milletin büyüklüğünden kaynaklanmaktadır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Kıymetli milletvekilleri, bugün bütçeyi konuşuyoruz, ekonomiyi konuşuyoruz, sorun ve krizleri konuşuyoruz ancak bugün 1994’te gördüğümüz, 2001’de yaşadığımız bir ekonomik kriz yok, bugün onları da kapsayan bir yönetim krizi var, bir sistem krizi var; bunu görmek lazım; bunu besleyen bir atmosfer var. Bu atmosferin birinci ayağı Parlamentodan saraya yapılan güç transferidir, bu kaçınılmaz olarak böyledir.
Şimdi, bakın, 2017’de bu Parlamentoda bulunanlara söylüyorum ve soruyorum: 2017’de 2018’i yapan Parlamento, bugünkü bütçeyi yapan Parlamentodan daha yetkili ve daha güçlü değil miydi? Evet çünkü bugün, bütçe hakkını Parlamentonun elinden aldık. Bugün bütçe hakkı, bütçe reddolduğunda Parlamentonun yapacak bir şeyi yok.
Sayın Cumhurbaşkanı, yoluna TÜFE, ÜFE ve yeniden…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yeniden değerleme oranı.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Geliyorum, efendim, geliyorum. Yeniden değerlendirme oranı çerçevesini artırarak gidiyor, ne etkisi var bütçe yapma hakkının?
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak)- Değiştirirse…
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Gelirleri toplama, harcamaları yapma yetkisi nasıl Parlamentoda? Yok, böyle bir hak. Yüzyıllar önce millete verilmiş bu hak yok, bu bir geri dönüş değil mi? Aziz milletimizin iradesi bir şekilde merkeze, saraya toplanmış değil mi? Bunun gayrimeşru olduğunu söylemiyoruz ama kuvvetler birliğinin nasıl teşkil edildiğini ve ekonomik krizleri de nedenleyen atmosferin nasıl olduğunu söylüyoruz.
Çok değerli milletvekilleri, 2018’de kurulan bu partili Cumhurbaşkanlığı sistemi, 2010 yılından beri Türkiye’de yükselen otoriter rejimi ne yazık ki kurumsallaştırmıştır. Cumhuriyet ve demokrasinin temel gayesi tartışmayı, uzlaşmayı, istişareyi, itiraz etmeyi ve en nihayetinde milletimiz için daima en güzeli, en doğruyu ve en iyiyi bulmaktır. Türkiye’yi siyasi savrulmaya sürükleyen bugünkü yapıda maalesef, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkilileri kısıtlanmıştır ve denge ve denetleme mekanizmaları yok edilmiştir. Denetimsiz bir yürütmenin keyfi çıkarılmaktadır; bugün yaşadıklarımızın, sıkıntılarımızın önemli bir kısmı budur. Yargı, yasama erkini hatta bizatihi devletin kendisini ezen, kamuoyunu ve kamu kurumlarının çalışma mekanizmalarını ezen, liyakati yerle yeksan eden -Sayın Mehmet Uçum’un tabiriyle- bu tek kişilik hükûmet sistemidir.
Bugün ne yazık ki Türkiye’de bir Cumhurbaşkanlığı açığı vardır. Bugünkü sistemde Türkiye’de yürütmenin muhalifleri bir Cumhurbaşkanından yoksundur. Önümüzdeki seçimleri Millet İttifakı’nın adayının kazanması durumunda AK PARTİ de -bu sistem devam etsin- Cumhurbaşkansız kalacaktır. Bugün Kaz Dağları’nda kendi değerlerine sahip çıkmak isteyenlerin, İkizdere’deki amcaların, teyzelerin, Boğaziçi Üniversitesinin önündeki öğrencilerin, öğretim üyelerinin, geçinemediği için, düşüncelerini ifade etmekten çekinen milyonların bir Cumhurbaşkanı olduğunu söyleyebilir miyiz? (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Bakın Osmanlı’ya, bakın Selçuklu’ya, padişah var, sadrazam var. Yürütme sadrazamdır, yürütmekten şikâyetçi olan herkesin güvendiği bir padişah vardır. Bugün Türkiye’de ayağına taş değenin “Devletim var.” diye geri dönebileceği bir Cumhurbaşkanı olmalıdır.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Var zaten.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Bunun kişiyle, bunun Sayın Erdoğan’la veya seçilecek kimseyle alakası yok, bunun sistemle alakası var. Bugün, aynı şehirde valiyi atayanın da il başkanını belirleyenin de aynı kişi olması Türkiye’ye nasıl bir maliyettir? Böyle bir ülkenin ileri atılması, böyle bir ülkenin kendi potansiyelini harekete geçirmesi, böyle bir ülkenin kaynaklarını aktive ederek büyümesi mümkün müdür? Mümkün değildir, onun için Türkiye büyüyememektedir -biraz sonra geleceğiz- onun için 2023 yılı bütçesi bizim önümüze on beş yıl önceki Türkiye’nin gelirini hedef olarak koymaktadır. Bu sistemin sahipleri de dâhil, aziz milletimiz bu meseleyi tekrar tekrar gözden geçirmek ve inşallah milletimizin ayaklarındaki bu prangayı çıkarıp atmak durumundadır. Bu kutuplaşmayı, bu ayrıştırıcı dili hükûmetler, başbakanlar, bakanlar, yürütme yapabilir; “Devleti temsil ediyorum.” diyen hiç kimsenin hakkı yoktur, hiç kimsenin! Vatan, milletin bütünlüğü kadar bütündür. Milletin arasındaki ayrışma ciddi ayrışmalara neden olur, bu bizim bir beka meselemiz kadar önemlidir; bugün yeteri kadar farkında olmayabiliriz. Bu büyük medeniyetin kodlarında da böyle bir model yoktur, olmamıştır, inşallah da olmayacaktır.
Çok değerli milletvekilleri, devlet-millet bütünlüğünü sağlamak durumundayız.
Bakın, 3 no.lu Kararname var. 3 no.lu Kararname diyor ki: “Aşağıdaki görevler…” Bunlar 91 kalem. “Cumhurbaşkanıyla ilgili görevler Cumhurbaşkanının görev süresiyle sonlanır.” Yani pazar günü saat 21.00’de seçim sonucu belli olduğunda 81 ilin valisi müstafidir; 183 galiba -tam bilmiyorum, yanılıyorsam lütfen düzeltin- büyükelçisi müstafidir. Bakanları anlıyorum, bakan yardımcılarını anlıyorum; yönetimlerle gelirler giderler. Bursa Valisinin, İstanbul Valisinin, Sinop Valisinin, İzmir, Kayseri Valisinin parti genel başkanı da olan ve onu atayan bir iradenin elinde olması Türkiye’ye ne fayda sağlamaktadır? Şimdi, bu vali önünde bir karar olduğunda sırtını devlete dayama ihtiyacı hissetmeyecek midir? Bu vali parti ile devlet arasındaki bir tercihte, elinde kalem, kararname önünde olan parti genel başkanını gözünün önüne getirmeyecek midir? Böyle bir Türkiye’nin bütünlük içerisinde ileriye hareket etmesi mümkün müdür? Mümkün değildir, hiçbir ülkenin mümkün değildir ve o nedenle de edememektedir zaten ve Türkiye’nin temel sorunları buradan kaynaklanmaktadır.
Bakın, Türkiye’nin en yüksek bürokratı ve saygın bir makamdır Cumhurbaşkanı Yardımcılığı. Evet, en saygın, en yüksek bürokratik makam ve saygın bir makamdır. Bugün Sayın Oktay, yarın başkaları, inşallah, bu sistem değiştiğinde bu kalkacaktır ama burada bu makamın sahibinin söylediği şudur: “Kuvvetler ayrılığının zirvede olduğu bir dönem yaşıyoruz.” Yargı bağımsızlığımızın noksansız çalıştığını söylüyor, yasamanın etkinlik kazandığını, yürütmenin Türkiye’yi çağlar aşırdığını, liderin sadece Türkiye’nin değil dünyanın bile sorunlarını çözdüğünü anlattı burada. Evet, Parlamentoda konuşması bir siyasi tavır içerisinde ve baştan aşağı bir siyasi propaganda davranışıyla gerçekleşti.     Şimdi, değerli arkadaşlar, bakanlar da böyle konuştu ve sayın makam sahibi o konuşmasında milletvekillerine hakarette bulundu, muhalefete hakaret üzerinden Meclisimizi aşağıladı; parti devleti budur, arkadaşlar, parti devleti tam budur, tam budur Bunu günlerce konuşsak, sayfalarca yazsak bu kadar net anlatamayız.

Şimdi, evet, tam da bu noktaya geleceğim, tam da bu noktaya geleceğim. Sayın Oktay’ın suçu yok, onun yerinde kim olsa benzer şeyi yapar çünkü bu kurumu tesis edenler bir müzakere yapıyorlar bir tarafında bürokrasi, bir tarafında siyasi sorumluluk sahipleri. Böyle bir müzakere olur mu, böyle bir müzakere olur mu? Müzakere siyasilerle siyasilerin, bürokratla bürokratın, tüccarla tüccarın arasında olur. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Elbette ki size söylenen bir söz. Burada bu müzakerenin bu şekilde yapılması yanlış. Neden? Çünkü bu partili Cumhurbaşkanlığı sistemi Nasrettin Hoca’nın türbesi gibi; her tarafı açık, önünde bir zincir ve kocaman bir kilit. Hiçbir şey yapmadınız. Getirdiniz partili Cumhurbaşkanlığı sistemini, dönüleceğini bildiğiniz için hiçbir iç tüzük çalışması yapmadınız. Ben, komisyonların çalışmasına… Ve komisyonda bu makam sahiplerinin, Bakan ve Cumhurbaşkanı Yardımcısının ve milletvekillerimizin karşılıklı aşağılama sözlerinin içinde eriyor. Buna müsaade eden bir sistem var. Bakın, en yüksek hakareti yapan bakan en çok alkışlandı AK PARTİ masalarında.     Ve inanın o Bakan şu masaya, şu yerine oturduğunda 3 tane AK PARTİ’li arkadaş geldiler, onların evraklarını yanına taşıdı. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Bakın, bakın lütfen, o Bakan yerine oturdu, 3 milletvekili arkadaşımız onun buradaki evraklarını aldılar ve yanına götürdüler. Bu bizi ezmiyor mu? Beni eziyor, hepimizi eziyor. Lütfen meseleye bunun üzerinde bakmak lazım, bunun üzerinde bakmak lazım. Dolayısıyla arkadaşlar, bu sistem Türkiye’yi eziyor, bu sistem devleti eziyor, bu sistem devletin bütün kurumlarına partinin rengini veriyor. Bir örnek vereyim: Bakın, Diyanet İşleri Başkanı geçen gün bir beyanat verdi, bir açıklama yaptı, dedi ki: “Biz, öyle yapıyoruz, böyle yapıyoruz, gençleri camiye koyamıyoruz.” Ya, Değerli Başkan, gençlerin camiyle sorunu yok, gençlerin dinle de sorunu yok; onlar bekliyorlar, siz çıkın, hepsi gelecek. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Siz çıkın, onların hepsi gelecek. Sorun bu.
ERHAN USTA (Samsun) – Aynen öyle, aynı yerde olmak istemiyorlar.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Siz, çıkacaksınız Diyanet İşleri Başkanı olarak, altı yaşında çocuğa tecavüz edilmiş, şunu diyeceksiniz, biz şunu duyacağız Müslümanlar olarak: “İnsani olmayan, İslami olmaz.” diyeceksiniz. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Hazreti Resulullah’ın evrensel mesajı budur, bütün dinlerin evrensel mesajı budur. İnsani olmayan İslami olur mu? Bunu duymak istiyor 80 milyon, bütün dünya, bu kâinat. Ne diyoruz? Madem “Elhamdülillahi Rabbülâlemin” diyoruz, “Elhamdülillah Rabbülmüslimin” demiyoruz; Allah, Müslümanların Rabb’i değil, alemlerin Rabb’iyse bunu böyle işaret etmek lazım.
İşte insan hakları burada yatıyor ama biz, “Elhamdülillah Rabbülmüslimin.” bile demiyoruz, “Elhamdülillah Rabbül parti” diyoruz, “Elhamdülillah Rabbül cemaat.” Allah’ı alıyoruz, cebimizi de götürüyoruz beraber. Bunun karşısında kim duracak? Diyanet İşleri Başkanımız duracak; net ve açık bir söylemle duracak. Çok değerli arkadaşlarım, bunu söyleyen parti grubu bu Mecliste en yapıcı muhalefeti yapan partidir; hep de söyledik. Hep bu muhalefete mi düşüyor yapıcılık, hiç iktidara düşmüyor mu? Yüzlerce, binlerce araştırma önergesi verdik, bir tanesine el kalkmaz mı? Dinlemiyorsunuz; Türkiye’nin birikimi burada, asla böyle bir şeyiniz yok. Bakın, biz ne yapıyoruz? Güvenlikle ilgili bütün bakanlıkların bütçelerine “evet” diyoruz. Millî Savunma Bakanlığından başlamak üzere Savunma Sanayine “evet” diyoruz. Burada birçok hassasiyeti göz önüne alarak nasıl birlikte oluyorsak; niçin bugün şu Meclis, Türkiye’nin bu ihtiyaçlarını bu çerçeve içinde tartışmıyor? Sorun bu.
Çok kıymetli arkadaşlar, şimdi, bakın, bütçeyi konuşuyoruz ve elimizde 2023 bütçesi var, burada birtakım rakamlar var. Ben, benden önceki bütün konuşmacılara katılayım, katılmayayım hepsine teşekkür ediyorum, özellikle de Sayın Kesici ve Sayın Hamzaçebi’ye hakikaten veriler üzerinden yaptıkları konuşma için çok teşekkür ediyorum, ben de faydalandım. Şimdi bütçenin geliri, gideri var, bunlar ayrı, bunlarla ilgili dengesi, faizi çok konuşuldu ama çok kıymetli arkadaşlar, bu bütçe bize bir hedef koymuş, demiş ki: “2023 yılında 10.071 dolar millî gelirin olacak.” Türkiye’ye, 85 milyona. Baktık biz, bizim önümüze on beş yıl öncesinin hedefini koymuşlar, nasıl ilerleme bu? Sebebi bu, sebebi Türkiye’yi ayaklarından bağlayan otoriter yapı ve bunu 2018’den itibaren kurumsallaşan partili Cumhurbaşkanı istiyor. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Elbette, bu başka bir ülkede de olsa -bakın, bu Türkiye’nin sorun değil- nereye koysanız gitmez. Onun için Orta Doğu bir yere gitmiyor, onun için otoriter sistemler de bir yere gitmiyor. Bunlar tesadüfi değil ve biz 2008’de 10.700 dolar millî gelirimiz var değerli arkadaşlar. Bugün, önümüzdeki sene de 10.700 dolar ama bir fark var. 2008’de 10.700 dolar gelir, satın alma gücünün reel olarak bugün karşılığı 15 bin dolar. O günkü 10.700 doların bugün satın aldığı şey 15 bin dolar. Bu nominal karşılaştırma 10.700; bugünle o gün, on beş yıl önceki nominal değeri veriyor. Enflasyon yok mu Amerika’da? Düşün onu, biz 2008 yılında yine siz vardınız, 10 bin, 15 bin, 14.863 dolar her vatandaşın cebine para koyuyormuşuz. Bugün, diyoruz ki: Her şey yolunda giderse seneye 10.071 dolar. Değerli arkadaşlar, bu, reel olarak inanın, 2000’in bile gerisinde, böyle bir Türkiye yok; yazık, 85 milyona, bu kadim ülkeye yazık. Bu mu, bu mu? 800 milyar dolar millî gelir, ya bugün 800 milyar dolar Türkiye’ye yakışıyor mu? Derseniz ki 800 milyar dolarlık İstanbul, başım üstüne; hatta Bursa başım üstüne; 800 milyar dolarlık bir firma var Türkiye’de, başım üstüne. 800 milyar dolar bugünün dünyasında gelinen bir nokta olabilir mi? Bakın, 800 milyar dolar nominal olarak bizim 2006’da aldığımız değere karşı reel olarak. 2006 yılında 547 milyar dolarlık gelirimiz bugünkü gelir. Ne oldu on altı senesine Türkiye’nin? Ne oldu arkadaşlar, on altı seneye? Kimin hesabına yazacağız bunu ya? Çocukların yüzde 72’si yarınını başka bir sınırda arıyorsa bunları düşünüp taşınmayacağız mı? Çok güzel, burada asıyoruz, kesiyoruz. Bu nedir, bu? Bu, günün sonundaki değerdir. Ambardaki değil midir bu buğday? Bu sonuçları, dünyadaki ülkelerin büyüklüğünü, performansını neyle ölçüyorlar? Millî gelirle ölçüyorlar. Ne yaparsanız yapın… Siz diyorsunuz ki: Hani dünya kupasında çok güzel paslar attık, 2 top direkten döndü hatta 2 tane de gol attık ama tabela 6-2 aleyhimizde. Sizin konuşmalarınız bu, güzel paslar attınız hakikaten, güzel vuruşlar yaptık, 2 gol de attık ama 6-2 mağlup. Bu, bu seneye ait değil değerli arkadaşlar, bu ülke 2013 yılından itibaren devamlı gelirini kaybeden bir ülke; bak burada yapısal bir sorun var. Türkiye 1994 krizini gördü, Sayın Kesici -üstat- bu dönemlerin içinde yaşadı. Türkiye 2001 krizini gördü, Türkiye 99 depremi gibi yakıcı bir krizi gördü, hepsini aştı ama burasını aşamıyor on yıldır. Aşamıyor, yapısal bir sorun var, her birimize sorumluluk yüklüyor, her birimize. Bugün 17’nciliği konuşuyoruz. Kaç para gelirimizin olması lazım biliyor muyuz arkadaşlar? 1,2 trilyonunuz olursa 17’nciliğe transfer oluyorsunuz yani bizim 400 milyar daha gelire ihtiyacımız var yani ürettiğimizin yarısı kadar daha üretirsek, ona ihtiyaç var. Peki, nereye gitti bu para? Bu satın alma gücü yurt dışına gitti, işte transfer, işte millî, yerli ne derseniz deyin işte burada yatar. 400 milyar dolar yurt dışına giden bir transfer olarak sayılır. Ey alın teri emeğimiz! 17’ncilik bu. Şimdi, çok değerli arkadaşlar, 2013 yılında 75 milyonmuşuz 950 milyar dolarlık bir üretim yapmışız. Bugün 85 milyonuz, 8 milyon da mülteci var, 93 milyonuz. Bugün 800 milyar dolar üretimimiz. Şimdi “9.500 dolar” dedi, arkadaşlar, konuşmacılar, bu doğru değil. Bu çünkü neden doğru değil? 808 milyarsa Türkiye’nin millî geliri bunun içinde 8 milyon mültecinin de ürettikleriyle var. Öyle değil mi? Öyle. Yani 93 milyon üretiyor 808 milyar ama bölüşüyoruz 85 milyona. Türkiye’nin reel millî geliri bugün nominal 8.500 dolar, bunun üstü değil. Bu böyle çıplak, böyle nettir. Buradan konuşmak lazım, bu 808 milyarda 8 milyon mültecinin bir şekilde üretime kattıkları kayıt içi, kayıt dışı yok mu? Var. Neden bölmüyorsun? Bunlar taş mı yiyor? Bunlar evine bir şey götürmüyor mu? Sabah akşam bir şey yemiyorlar mı? Bir şey almıyorlar mı? Bu gelir nereden geliyor? Buradan geliyor, buradan.
Şimdi, ben, Sayın Oktay’a Komisyonda demiştim ki: 19 kere hedef belirlemiş 2018’den beri partili Cumhurbaşkanlığı. Yaklaşık 8 tanesini Berat Bey, 4 tanesini Sayın Oktay, üstünü Nebati Bey, 1 kere Lütfi Bey… Dedim ki: Ya, bir tanesi de mi tümden bir gerçekleşmez 19 hedefin? Yok. Neden? Bu, tesadüf olmaz. Siz bir ülkede liyakati düşürürseniz, evrensel kanundur: “Meritokrasi düşerse devlet kapasitesi daralır.” Onun için her alanda, polisinizden eğlence sektörüne kadar kamuda verim biter. Bu hesaplar, bu hesapların ürünü. 19… Bir kere açıklamışız bir buçuk sene önce hedefini, tutmamış; üç ay kala açıklamışız, o tutmuş. Şimdi, cevap şu: Burada diğer konuşmacı arkadaşlarımızın da yaptığı gibi, “Efendim, küresel kriz…” “Efendim, konjonktürel şartlar…” Evet, yani her yere yağmur yağıyor. Bizim sorumuz şu: Her yere yağmur yağıyor da bizi neden sel basıyor? (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, bunu da söyleyeyim: “255 milyar ihracat.” diyoruz ya, ne kadar sevindirici. Arkadaşlar, eğer bu Hükûmet, Sayın Erdoğan’ın 2010’dan başlayan Türkiye’nin kadim devlet çizgisinin dışına taşan, Dışişlerinde değil de partinin koridorlarında şekillenen Orta Doğu Suriye politikası olmasaydı o 250 milyar dolara 45 milyar dolar daha ilave etmemiz gerekecekti. İhracatımız da Orta Doğu ve Kuzey Afrika nerede? Bugün 300 milyar doları bulurdu ama işte, “kriz” diyoruz ya, işte, çalışmalar diyor ki: “Pandemi krizi ortaya çıkan lojistik ve tedarik zinciri bozulmaları Türkiye’ye 40 ile 65 milyar dolarlık ilave bir satış imkânı yaratmıştır.” Bunu göreceğiz yani şu açıdan, yönetim olarak ve bunu elimizde tutmamız gerekiyor. Bunun için söylüyorum, yoksa eleştirmek için değil; bu efendim, böyle değil, ne güzel, bu fırsat yaratılmış, üzerine koyalım.
Şimdi, biz on yıldır geriliyoruz ya… Arkadaşlar, bakın, 2008’den 2022’ye bizim her vatandaşımızın cebinden 700 dolar eksilmiş, 10.700 dolardan 10 bin. 2023’e, seneye gerçekleşirse nominal olarak yani normalde 15 bin dolar, 5 bin dolar eksilmiş her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşından satın alma gücü olarak. Bak, ben Meclise geldiğimden beri ne yoruma dayalı bir rakam ne de şahsiyatlara göre bir konuşma yapan bir milletvekiliyim ve bizim grup olarak prensibimiz de genel olarak böyledir.
Şimdi, bu çerçevede söylüyorum, Arjantin her vatandaşına bu süre içerisinde biz de 700 dolar nominal olarak eksilmiş, Arjantin 4.600 dolar cebine koymuş, her Arjantinlinin cebine bu sürede 4.600 dolar gelmiş. Her Bulgaristan vatandaşının cebine 6 bin dolar ilave olmuş. Onun için, 2000 yılının başında herkes pasaportunu, kimliğini alarak Türk vatandaşı olmak için sırada beklerken şimdi 1800’lü yılların nüfus kütüklerini çıkarıp Bulgaristan vatandaşı olmak için yollarda.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Kanada her vatandaşının cebine bu sürede 12 bin dolar koymuş, Malezya 5 bin dolar koymuş, Amerika 29 bin dolar koymuş, Macaristan koymuş sadece Türkiye 700 dolar daha eksik, 2018’le de karşılaştırsak bu böyle, 2018 yılıyla da karşılaştırsak… Az olmuş, 8 bin dolar bekliyorlarmış, 4 bin dolar olmuş; 5 bin dolar bekliyorlarmış, 2 bin dolar olmuş ama herkes vatandaşının cebine parayı koymuş sadece nerede eksik? Türkiye Cumhuriyeti’nde. O nedenle burada konuşan bir arkadaşımız… Ta, 1980 yılında Türkiye’nin dünya üretiminden aldığı pay 0,89; bugün 0,80; dünya durmuyor. Bulgaristan 2000 yılında 1.600 dolardan bugün 13 bin dolara geldi, dünya da 30 trilyon dolardan 110 trilyona geldi. Evet, Türkiye de geldi, reel olarak nereye rank ettiğimiz belli.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, konuşuyoruz, enflasyon; konuşuyoruz, piyasalar… Ben size bir şey sorayım: 2018 yılında partili Cumhurbaşkanlığıyla bu şeyi alanların Merkez Bankasında 30 milyar dolarları vardı ve Türkiye’nin Merkez Bankası rezervi ortalama 30 milyar dolardır, bugün eksi 50 milyar dolar var. Ne oldu arkadaşlar ya? Sel mi bastı Merkez Bankasını? Başka dünyada görülmeyen bir şey bu. Yoksa -telaffuz edersem söyleyebilirim- “La Casa De Papel” şeklinde soyuldu mu bu Merkez Bankası?) – Ne oldu? Zannetmeyin ki konjonktürel.
Çok değerli milletvekilleri, aziz milletim; dünyanın neresinde devlet yöneticisinin damadı hazinenin başına gelirse ve onun arkadaşları Merkez Bankasının başına gelirse o Merkez Bankasının usule uymayan şekilde rezervleri satması mümkündür, başka türlü mümkün değil. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Eğer bu partili Cumhurbaşkanlığıyla Merkez Bankası Başkan ve yönetimi tapu dairesi gibi bir imzayla her gün alınabilecek duruma gelmeseydi Türkiye bu durumda olmazdı. Türkiye’nin yönetiminde siyasal sorumluluk sahibi olan herkese sesleniyorum: Bu rezerv, bugün Türk dış politikasının ana belirleyicisidir. Ana belirleyicisidir bu rezerv; bu, bu kadar önemlidir. 80 milyar dolar, bu rezervi eski hâline getirmenin maliyetidir. Bu milletin, bu maliyeti nasıl kaldıracağı hepimizin sorumluluğunda değil mi? Şimdi, bu 128 milyar dolarla ilgili hiçbir laf masanın üzerinde yokken daha bu sorunun… “Efendim, bizim enflasyon çıktı, düşecek.” Bu şuna benziyor: Yangın çıkarıp itfaiyeciyi çağırmaya benziyor. Ya, Türkiye’nin enflasyonu, dünyada Türkiye gibi ülkelerin enflasyonu yüzde 10, olsun Türkiye yüzde 20; TÜİK’e göre 85, ÜFE’ye göre yüzde 157 nedir? Yani siz yangın çıkartıp itfaiyeci çağırıyorsunuz; onun için “Yangını söndürüyoruz.” diye bir de bunun propagandasını yapıyorsunuz. Bunun dışında bir anlatımı olabilir mi? Bu olmasaydı, 128 milyar dolar… Bu işi bilenlerin hepsini çağırdığınızda bir kişi aksini söyleyemez. Bugün enflasyon buralarda olmazdı.
Türkiye bu topraklara yeni taşınmadı, komşuları da on yıllık kiracı değil. Türkiye devleti ne olduğunu bilen bir ülke, devlet yönetiminin ne olduğunu bilen bir ülke, kaydı da şartı da bilen bir ülke. Elbette ki bunlar çıkacak. Geçen bütçe konuşmasında Sayın Kesici dedi ki: “Sultan Fatih’in kahvaltıda yediği marmeladın, reçelin kayıtları vardır.” Evet, vardı, bunlar da vardır. 2 defadır Sayın İçişleri Bakanı’nın gelip gelip sabahleyin “Bekleyin, akşam söyleyeceğim.” dediği o 10 bin doları alan siyasilerin ismini akşamlara kadar bekledik, alamadık, bunların da kayıtları var. Bunlar hepimizde bir temizlenme ihtiyacı hissettirmiyor mu?
Şimdi, bu döviz niçin 18 lirada, neye rağmen? 300 milyar liralık kur korumalı mevduata rağmen. Galiba Sayın Elitaş konuşmasında şöyle söyledi -sataşma değil- “Merkez Bankasına bak.” Ya, Sayın Yılmaz’a baktınız ya, üzülmüştür Sayın Yılmaz, Cevdet Bey üzülmüştür. Biliyorsunuz değil mi kur korumalı mevduatta Cumhurbaşkanının yetkisini artırmak için Komisyonda toplandık, dört saat Merkez Bankası yetkilisini bekledik ki bu kur korumalı mevduatın maliyeti nedir. Maliye Bakanlığımız sağ olsun, dedi “88,4 milyar.” Merkez Bankasına nedir? Sağ olsun, alicenaplık gösterdiler, ta İstanbul’dan buraya bir Merkez Bankası görevlisi geldi. Sayın Başkan “Evet, Merkez Bankası faaliyetlerini kendi kanunları çerçevesinde yürütmektedir.” dedi. Sonra Komisyonda -Sayın Oktay burada- bunun doğru olmadığını söyledi yani doğru bulmadığını ve Merkez Bankası Başkanı gelecek, çağırdık, Sayın Yılmaz da çağırdı ve biz de dedik ki ya bir işi oldu, bu Merkez Bankası gelecek, bizzat bunu açıklayacak. Ve beni o gün Merkez Bankasının cumhuriyet tarihinde en başarılı Başkanlarından Durmuş Yılmaz aradı -o da bu dönemin Başkanlarıydı ama işte, buradan buraya sistemde fark var- dedi ki: “Sayın Başkan, ya, Merkez Bankası Başkanı geldi, onun da tutumu aynı, ‘Biz size bu bilgiyi veremiyoruz.’ Bizim o zaman burada durmamıza gerek yok.” Bu şu demek arkadaşlar: Merkez Bankasına git, Parlamentoya de ki “Siz hiçbir şeysiniz, siz hiçbir şeysiniz. Bir daha da elinizi, dilinizi falan bu işlere bulaştırmayın, bakın işinize ya, bakın işinize.” Bu aşağılamayı kaldıramadığımız için biz o Komisyonu terk ettik. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, bu döviz… Bakın hesabı alın, kırılgan beşliye bakın arkadaşlar yani ekonomik durumu en kırılgan olan ülkelere bakın. Paraları ne kadar bozulmuş yani devalüasyon ne kadar olmuş. Eğer biz ülke olarak o ülkelerden biri olsaydık bizim paramız ne kadardı 1 dolar biliyor musunuz? 6 lira, 6 liraydı yani bizim Endonezya’nın rupisi kadar, Brezilya’nın reali kadar…”dedi

Reklam
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Yorum Yap

Bu konuya henüz bir yorum yapılmadı.