Hayvan sevgisi

Hayvan sevgisi
Kaldırım kenarında sakince uzanmıştı, başı betona hafifçe yaslanmış, gözleri yarı kapalıydı — sanki nihayet uykuya teslim olmuş gibiydi.
Ama uyumuyordu.
Gerçek çok daha acıydı:
Hayatta kalmaya çalışmaktan artık bitap düşmüştü.
Minik bedeni, her ne kadar siyah, turuncu ve beyaz harika beneklerle kaplı olsa da, artık acısını gizleyemiyordu.
Yanından geçen her araba, kaldırım taşlarını titretiyordu ama kımıldamıyordu bile.
Çünkü uzun zaman önce anlamıştı:
Bu dünya, onun gibi kediler için durmazdı.
İnsanlar geçiyor, bir bakış atıyor ve yollarına devam ediyorlardı.
Onlar için bu sadece bir sokak kedisiydi — hızlı ve kayıtsız bir dünyanın içine karışmış bir gölge daha.
Ama onda beni durduran bir şey vardı.
Belki de o kıvrılmış haliydi — sanki artık var olmayan bir şeyi korumaya çalışıyormuş gibi.
Belki de nefesinin sessizliğiydi — sanki varlığı bile rahatsızlık verecekmiş gibi korkuyordu.
Yanına yavaşça diz çöktüm, ürkütmemek için.
Hiç kıpırdamadı.
Gözlerini araladı.
Bir gözü çapaklıydı, diğeri bana korkusuzca baktı — çünkü bana güveninden değil, korkacak hiçbir şeyi kalmadığındandı.
Yavaşça konuştum ona, iyi olup olmadığını sordum.
Cevabı zaten biliyordum.
Miyavlamadı.
Mırlamadı.
Sadece yavaşça gözlerini kırptı — sanki demek ister gibiydi:
“Umudum varken neredeydin?”
Dikkatlice bakınca kaburgaları zayıf tüylerinin altından belirginleşiyordu.
Patileri çatlamış ve kan içindeydi.
Muhtemelen günlerdir hiçbir şey yememişti.
Ama açlıktan bile beter olan bir şey vardı: Yalnızlık.
Bu sadece terk edilmiş bir kedi değildi —
Unutulmuş bir ruhtu.
Hiç gelmemiş bir şefkati bekleyen, canlı bir varlıktı.
Öğle yemeğimden bir parça tavuk uzattım.
Kokladı. Sonra bana baktı.
Alması bir dakikadan uzun sürdü — açgözlülükten değil, tereddütten.
Acaba hâlâ hatırlıyor muydu, yumuşaklık nasıl bir şeydi?
Yediğinde, yavaş ve temkinli küçük lokmalarla yedi — sanki vücudu, beslenmenin ne olduğunu unutmuştu.
O gün onunla bir saat oturdum.
Dokunmadan.
Güvenini zorlamadan.
Ve kalkıp gittiğimde başını kaldırdı.
Peşimden gelmedi.
Ağlamadı.
Ama gözleriyle bana asla unutamayacağım bir soru sordu:
“Sen de mi gidiyorsun?”
O gece pek uyuyamadım.
Gözümde hep o vardı.
Ertesi sabah geri döndüm.
Hâlâ oradaydı.
Aynı yerde, aynı şekilde, başı soğuk taşa yaslanmıştı — sanki elinde kalan tek şey oydu.
Ama bu kez, beni görünce başını kaldırdı.
Bu kez, güçsüzce de olsa ayağa kalktı ve sendeleyerek bana doğru birkaç adım attı.
Bir havluya sarıp eve götürdüm.
Veteriner, susuz kalmış ve kansız olduğunu söyledi — büyük ihtimalle uzun süren soğuk ve açlıktan.
Ama iyileşebilirdi.
Zaman, yemek ve sevgi gerekiyordu — ona uzun zamandır verilmeyen şeyler.
Adını Clémentine koydum.
Çünkü bunca acıya rağmen içinde kalan nazikliğe hayran kaldım.
Haftalar geçti.
Tüyleri yeniden yumuşaklaştı.
Gözleri eski parlaklığını kazandı.
Ve ilk kez mırladığında, ağladım.
Terk edilmeye,
soğuk gecelere,
açlığa,
ve kırık bir kalbe dayanmıştı.
Ama artık onun sahip olduğu bir şey vardı:
Yaşamak için bir sebep.
O yüzden bir gün, kaldırımda kıvrılmış bir kedi görürseniz — gözlerinizi kaçırmayın.
Çünkü bazen, uyumuyorlardır.
Bazen sessizce, hâlâ hayatta olduklarının fark edilmesini istiyorlardır.
Handan Sabancı


