Şekil renkleri

Metin renkleri


Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

Av. Serra Taşköprü”nün yeni kitabı: “Sessiz Aşk Terapisi”çok yakında kitapçılarda

3 sene önce
386 kez okundu
Av. Serra Taşköprü”nün yeni kitabı: “Sessiz Aşk Terapisi”çok yakında kitapçılarda

Av. Serra Taşköprü”nün yeni kitabı: “Sessiz Aşk Terapisi”çok yakında kitapcılarda raflarda yerini alacak.
Yazar Taşkörü”nün daha öncede yayınlamış Hesaplanmış Sessiz Manipülasyon Yoluyla İşlenen Suçlar ve Yasal Boyut ve Sessiz Şiddet adlı kitapları okuyucusu ile buluştu.
Yazar Av. Serra Taşköprü “Sessiz Aşk Terapisi” basıma girecek olan kitabının ön sözünü imaj.tv okurları için açıkladı.
Okuyacağınız bu anlatı, bir aşk hikâyesinin çok ötesinde olup, terapistleri ve danışanları muhtemel suistimallerden korumak için vesile ve katkı olması amacıyla örülmüş bir iletişim ve terapi hikâyesidir. Bu hikâyede ayrıca terapistin danışanı yok sayıcı sessizliğinin nedenleri de sorgulanmaktadır. Bu anlatıda analiz edilen özgün bir sessizlik biçimi vesilesiyle, maruz kalınan sessizliğin “terapistin sessiz aşkı” mı yoksa “sessiz şiddeti” mi olduğu da sorgulanmaktadır.
Ayrıca danışanın terapiste duyduğu hislerin gerçek mi yoksa sahte ya da yanılsama mı olduğu ikilemi de tartışılmaktadır. Danışanın derin ve sarsıcı duygusal süreçlerden geçtiği terapi deneyimi gerçekten zorunlu ve gerekli midir yoksa bu hikâyede söz konusu edilen danışanın hisleri gerçek olduğu için mi o kadar acıtıcı, yaralayıcı olmuştur sorusunun da izi sürülmüştür. Terapi neden sonuç vermedi ve hatta danışanı daha derin travmalara gark etti? Terapistin iddia ettiği gibi, danışanın hisleri aşılması gereken engeller miydi?


“Bir varmış bir yokmuş” diye başlayan masalların çok ötesinde, gerçek bir hikâye okuyacaksınız. Bu hikâyede, varla yok arası bir insanın karşısındakine neler yaşatabileceğine tanıklık edeceksiniz. Hikâyemizde iki temel karakter/tip bulunmakta: bir kadın ve bir erkek. Bu iki tip anlatının belkemiği, sessizlikse travmaların tahtı olacak. Kadın bir psikiyatri hastası ve danışan, adamsa bir psikiyatrist ve terapist.
Bundan 10 sene önce kadın bir psikiyatrik sorununa çözüm aramak için adamın muayenehanesine gider ve 6 yıl boyunca “profesyonel hasta” olarak psikiyatristine herhangi bir hayranlık duymadan ve onu baba figürü olarak görerek süreci olması gerektiği gibi sürdürür. Psikiyatrist onun akıl hocası ve rehberidir artık. Aşırı disiplinli ve titiz davranışlarıyla adam kadın için son derece güvenilir ve doğru hekim olarak kodlanır. Maddi durumu elvermediği için, “Hocam” diye hitap ettiği psikiyatristine anca senede 2, en fazla 3 defa gidebilmektedir. Kadının hayatı ne kadar kötüye gitse de ya da kadın şiddetli travmalarla boğuşsa da en güvenilir sığınağının psikiyatristi olduğuna inanmayı sürdürür. Kadın, bu inanç ve güven duygusuyla sorunlarıyla boğuşmakta ve hayata tutunmaktadır.
Bu durum, ta ki bir gün, anlaşılmaz bir neden ve biçimde hafifçe beliren utangaçlıkla karışık mahrem duygularının hızla farklılaşarak, bir anda yıldırım çarpması gibi çarpılmış olduğunu fark etmiş ve duygusunu “aşk” olarak adlandırmış. Psikiyatristin evli ve iki çocuklu oluşundan ve asla kendisini bir daha seansa ya da muayeneye çağırmayacağından emin olarak ve çağıracağını beklemeyerek, durumu anlatan bir mesaj göndererek adama veda etmiş. Fakat beklenmedik bir şey olmuş; psikiyatrist de cevaben bir mesaj yazarak, çözüme giden tek yolun karşılıklı konuşmaktan geçtiğini söylemiş. Kadın gayet açıklayıcı, hiçbir koşul ve tehdit ileri sürmeden veda etmişken, bu cevap ve açıklama kadında şaşkınlığa ve öfkeye neden olmuş.
Profesör psikiyatrist, o dönem 38 yaşında olan hastasının terapisti olmamasına rağmen, usulsüzce kendine terapist misyonu biçmişti nedense. Bu bile onun ihmal ve suiistimale meyyal bir despot olduğunun kanıtıydı. Kadına, kendisiyle konuşması gerektiğini ve daha önce gittiği asistanı terapistle de hislerini paylaşabileceğini söyleyerek manipülatif kişiliğini yansıtmıştı. Kadın kendini aşağılanmış, itilmiş, çocuklaştırılmış hissetmiş. Önemsiz ve değersiz görüldüğüne inanmış. Utançla öz saygı ve öz sevgi problemi yaşamaya başlamış ve terapiye, terapiste ve hatta bilimsel yöntemlere inancı sarsılmış. Kadın 10 ay boyunca terapiye gitmemek için kendisiyle mücadele etmiş. Maalesef kadının bir zaafı varmış: Terapistle mesajlaşarak kendini ifade etme, sorunlarını ve gerçekliğini paylaşma alışkanlığı edinmiş. Mesajları terapisti tarafından ya hiç okunmamış ya da okunmasına rağmen cevapsız bırakılarak yok sayılmış. Kadının adama duyduğu hayranlık zamanla yerini negatif duygulara bırakmış. Buna rağmen aralarındaki iletişim mesajlar ve e-postalarla sürmüş… Acil durumlarda bile hastasından/danışanından desteğini esirgeyen terapist karşısında, kadın aşk acısının dışında, başka türden acılar ve sessiz şiddetin semptomlarını yaşamaya başlamış. İşte, sessiz şiddet kavramının doğuşu böyle bir deneyimin ardından gerçekleşmiş.
Terapistlerin, toplumun ve değer/anlam hiyerarşinin ayırımcı ve dışlayıcı, ötekileştirici yapısı nedeniyle kendilerini danışanlarından üstün görmesi, “İşçisin sen işçi kal” şarkısı gibi, “Hastasın sen hasta kal” yaklaşımıyla danışanlarını mevcut durumdan daha vahim hâllere sürüklemektedir.
“Terapistin danışana yönelen bir duygusu varsa terapi kesilir!” Bu bir mottodur bu uzmanlık evreninde. İyi, tamam da ya terapist kaçıyorsa sorumluluğundan? Bu durumda terapistin kendisine karşı “uygunsuz” duygusu olan danışanın kaçmamasını beklemesi ve hatta teşvik etmesi mesleki ilkeler açısından çelişki değil mi? Sana gelince bitir, karşındakine gelince onu terapiye koşulla? Terapist bütün uzmanlık ve sorumluluklarına rağmen kendini yönetemiyorsa, danışan nasıl yönetsin duygularını?
“Canım yanıyor, artık terapiye son verelim ve görüşmeleri keselim.” diyor kadın. “İç yeşil reçete ilaçlarını, yat uyu.” diyor terapist. Kadın, “Acı çekiyorum; sana olan aşkım beni mahvediyor.” diyor. “Kalp bir et parçasıdır. Her şey zihinde başlar ve zihinde biter.” diyor terapist.
Terapist kendisine âşık olan danışanı tekrar terapiye çağırarak, kendisine yönelik tüm duyguları, düşünceleri hatta dürtüleri dile getirmesini sağlıyor. Danışanı böylece daha da travmatize ediyor.
Terapist kendisine sadece isimle hitap edilmesinin danışana özgürlük alanı tanıyacağına ve blokajların kalkacağına inandıracak şekilde manipüle ederek terapistin kendisi de danışanına adıyla hitap etmektedir. Ne kadar özgürlük o kadar başarı diye savunma mekanizmasını işleten terapist bunun savunmasını “Bu benim tarzım; hem öğrendiğim hem geliştirdiğim bir yöntem.” diyerek yapmaktadır. O süreçle ilgili çıkan problemleri de “nasıl ki ilaçların olumsuz yan etkileri de olabiliyor bu da aynen öyle.” şeklinde cevaplandırıyor.
Bu hikâyenin bir vaka ve deneyim olarak kitaplaştırılmasındaki maksat, danışanların farkındalığını yükseltmek, kendi yanılsamalarından ve terapistlerinden korunma reflekslerine katkı sunmak ve terapistlere/psikiyatristlere meslek etiğinin evrensel prensiplerine sadakati hatırlatmak ve terapistleri/psikiyatristleri korumak amaçlanmıştır.

Sessiz Aşk Terapisi’nin muğlak, müphem ve ucu açık sorulara gark olmuş bir danışanın mevcut travmasını daha da derinleştiren, polarize eden ve arafta tutan terapist ve terapi tarzının fark edilmesi, uzak durulması ve sağlıklı/bilinçli bir tutum takınılması için mütevazı bir katkı olmasını umuyorum. Danışanı umutvar kılıp kendisine ve terapi sürecine bağımlı hâle getiren yozlaşmış uzmanlar karşısında mağdur edilmiş ve potansiyel mağdurlardan yanadır bu kitap.
İncitilmiş, örselenmiş, suistimal edilmiş bütün ruhlara şifa ve kuvvet olması dileğiyle.”
Sevgiyle kalın
Av. Serra Taşköprü

Reklam
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Yorum Yap

Bu konuya henüz bir yorum yapılmadı.