CİNİSLİ 2023 BÜTÇESİ AK PARTİNİN SON BÜTÇESİDİR..
Mehmet çatakçı
TBMM de görüşülmekte olan 2023 bütçesi üzerine konuşan İYİ Parti Erzurum Milletvekili Naci Cinisli bütçeyi eleştirirken şu görüşlere yer verdi.
“Yaklaşık iki aydır üzerinde çalıştığımız 2023 yılı bütçesi ve 2021 yılı kesin hesap görüşmelerini bu hafta tamamlıyoruz. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına hiç yakışmayan AK PARTİ’nin son bütçesinin hayırlara vesile olmasını dilerim. Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin dediği gibi: “Hak şerleri hayr eyler/N’eylerse güzel eyler.” Her şerde bir hayır vardır diyelim, bizler iyi günler için çalışmaya devam edelim.
“Her şeyi de görmeyin.” baskılarına maruz kalan Sayıştay
Başkanlığımızın denetim raporlarından, Sayın milletvekillerinin kıymetli fikirlerinden faydalanıyoruz ama emir komutayla gelen bütçede maalesef virgül bile değişemiyor. Tevafuka bakın ki 3 milyar 710 milyon liralık 2021 yılı Cumhurbaşkanlığı bütçesinde Sayıştay herhangi bir bulguya rastlayamamış.
Seçimlere az bir süre kalmışken, AK PARTİ iktidarının yapılanan eleştiri, ikazları değerlendirmesini ümit ederdim. Ülke hepimizin fakat kuru inatta ısrar edilerek en kıymetli girdi olan zaman da kötüye kullanılıyor, ülkemiz vakit kaybediyor. Fuzuli “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.” diyor ama biz İYİ Parti milletvekilleri Gazi Meclisimizin manevi şahsiyetine, milletimizin tarihî şanına uygun şekilde, ille de demokrasi diyerek görüşlerimizi ifade ediyoruz. İktidarımızda icraat yapmamıza da az kaldı inşallah. Cenab-ı Hakk’ın takdiri, milletimizin teveccühüyle işbaşına geldiğimizde kötü kullanılan zamanların maliyetlerini de içeren uygulamalarımızı kalkınmaya ve ekonomiye kazandırmak için var gücümüzle çalışacağız. Bunun için öncelikle, ülkemiz insanına, potansiyeline inanan, saygı gösteren, demokrat ruh sahibi bir yönetim anlayışını yerleştireceğiz. İktidarımızda, kendine güvenen, muhataplarına güven veren, iç ve dış rekabete açık bir iktidar ve yönetim anlayışını etkin kılacağız. Bugün, iktidarda bulunanlar siyaseti milletimiz için mi yoksa kendi zümreleri için mi yapıyorlar? Eğer milletimiz için yapılsaydı ülkemiz bu hâlde olur muydu?
2023 yılı bütçesinde 661 milyar liralık bütçe açığı, 566 milyar liralık faiz ödemesi bulunuyor. 103 milyar lira kamu-özel iş birliği ödemelerine ayrılmış fakat yıl içerisinde yapılan cari transferlerle bu rakamın daha da artacağı anlaşılıyor. Diğer yandan, 2022 yılı Ocak-Kasım aylarında 100 milyar dolarlık dış ticaret açığı verilmiş durumda. Saygın ekonomistlerin hesaplarına göre, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 20 lirayı zorlayan dolar kurunu 18 liralarda tutabilmek için 98 milyar dolarlık döviz satışı gerçekleştirdi. Bu rakamlar aslında 2023 bütçesi üzerinde fikir edinmemizi de sağlıyor. İYİ Parti olarak milletimizin helal paralarıyla toplanan vergilerin nasıl paylaştırıldığını görmek için bütçe teklifini incelediğimizde iktidarın niyeti açık şekilde ortaya çıkıyor. AK PARTİ iktidarı için veda bütçesi olduğu anlaşılan 2023
bütçe teklifine bakıldığında, milletin cebindeki üç kuruşun peşine düşüldüğü görülüyor. Enflasyonla şişirilmiş, gelirleri acımasızca faizcilere aktarılan bir seçim finansmanı bütçesini Genel Kurulumuzda görüşüyoruz.
Geçtiğimiz haziran ayında ek bütçe teklifi görüşülürken de enflasyon vergisini AK PARTİ iktidarının sevdiğini ifade etmiştim. Enflasyon sayesinde oluşan dolaylı yüksek vergilerle gerek 2023 bütçesinin gerekse de önümüzdeki seçimin finanse edileceği çok net. Hâlbuki 2018 seçimleri öncesinde âdeta bir slogan gibi 2023 hedefleri konuşuluyordu. Neydi bu 2023 hedefleri? Toplam millî gelirimiz 2 trilyon olacaktı, 692 milyarda kaldık. Kişi başına düşen millî gelirimiz 25 bin dolar olacaktı, 8 bin dolar civarındayız. 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefi vardı, bugün 265 milyar doları ancak konuşabiliyoruz. Yüzde 4,6 olarak hedeflenen işsizlik oranı sipariş TÜİK rakamlarında bile yüzde 20,9. 2023 hedefleri… 2023 geldi, çattı, maalesef 2023 hedefleri çöp oldu, yırtabiliriz.
Tutturulan tek hedef emekli AK PARTİ’lilere istihdam alanı olarak açılan 250 adet dış temsilcilik. 2023 yılı gelip çattığında bu hedefleri unutup “Türkiye Yüzyılı” sloganı atmak iki türlü sorun oluşturuyor değerli milletvekilleri: Birincisi, beceriksizlikle bu rakamlara ulaşılamamış olunma ihtimali; ikincisi ise böylesi hayalî rakamların gerçekleşmeyeceği bilinmesine rağmen milletimizin kasten aldatılmış olma ihtimali; her iki sonuçta sorumluluk sahibi iktidar için onurlu birer istifa sebebidir. Liyakat olmadan devlet yönetmeye cüret etmek de, devlet yönetirken milleti kasten aldatmak da hesap sorulması gereken büyük veballerdir.
Diğer yandan, Merkez Bankasının net hata noksan hesabında kaynağı bilinmeyen ve şimdilik 28 milyar dolar olarak gözüken bir meblağ bulunuyor. Bu yirmi 28 milyar dolar kara paranın kime ait olduğunu komisyon görüşmelerinde sordum, yanıt alamadım. Türkiye Cumhuriyeti devleti ne idiği belirsiz, çalıp çırpılan, nereden kazanıldığı belli olmayan bir kara parayla mı fonlanıyor? Son derece onur kırıcı, kabul edilemez, izaha muhtaç bir durumdur.
Hazine ve Maliye Bakanlığının verilerinde iç borç faiz ödeme yükümlülüğünün anaparayı geçmiş durumda olduğu görülüyor. Anapara borcundan fazla bir faiz ödemesi mevzubahisken Türkiye’de ekonominin iyi olduğunu iddia etmek abesle iştigaldir. Şöyle bir ekonomi düşünebiliyor musunuz: Emir komuta zinciriyle politika faizi TL bazında yüzde 9 yapılırken, yurt dışından dolar bazında en iyi ihtimalle yüzde 10 faizle borçlanılıyor. Bu akıl dışı, inanılmaz çelişkiye rağmen AK PARTİ yönetimindeki ekonominin sağlıklı olduğunu lütfen kimse iddia etmesin. Bir millî güvenlik sorunu hâline gelen ekonomik yapı, Allah esirgesin, siyasi tavizler verilme ihtimalini de beraberinde getiriyor. Cumhurbaşkanımız merhum Süleyman Demirel “Bir sonraki finansal kriz Türkiye’de siyasi taviz verdirir, aman dikkat!” demişti. Bugün belki de olabileceği tahmin edilen finansal ve ekonomik krizin çok daha ötesinde bir kriz yaşıyoruz. Allah esirgesin, ülkemiz siyasi taviz verme mecburiyetinde bırakılır diye endişe ediyorum. Buradan Millî Güvenlik Kurulunun Türk ekonomisini ve müsebbiplerini acilen gündemine almasını talep ediyorum. Merhum Süleyman Demirel demişken “70 sente muhtacız.” sözü akla geliyor. Bugün 70 sente muhtaç hâle gelebilmemiz için Merkez Bankası rezervinde artı 56 milyar dolara ihtiyacımız var.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay Beyefendi, Plan ve Bütçe Komisyonunda 2023 yılı bütçe teklifi görüşülürken Sayın Cumhurbaşkanına arz etmeniz için bir ricada bulunmuştum. Garipsememize rağmen bütçe tekliflerinin tarafınızdan sunulduğunu, ek bütçe teklifinde ise sizin tenezzül etmeyip veya -inşallah- belki de mahcubiyetinizden Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Nebati’yi Genel Kurulumuza bilgi vermeye gönderdiğinizi kaydetmiştim. Biz İYİ Parti olarak bütçe teklifi sunumu ve savunmasının seçilmemiş Cumhurbaşkanı Yardımcısı düzeyinde yapılmasını yadırgıyoruz, bunu geçtiğimiz yıl bütçe görüşmeleri sırasında da belirtmiştim. Bütçenin tek bir siyasi sorumlusu bulunuyor, o da Anayasa’da belirtildiği üzere yürütmenin başı ve tek siyasi yetkilisi olan Sayın Cumhurbaşkanı. Bütçe teklifini hazırlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sunma görevlerinde Anayasa Sayın Cumhurbaşkanını sorumlu tutuyor, milletin verdiği harcama yetkisini de iktidar adına yürütmenin başı olarak Sayın
Cumhurbaşkanı üstleniyor. Bu nedenlerle, bütçeyi sunması ve özellikle de savunması gereken, Anayasa maddelerini göz önünde bulundurursak, Sayın Cumhurbaşkanıdır. Sayın Cumhurbaşkanın devlet teamüllerimize uyarak bütçesini, milletten aldığı emaneti nasıl harcayacağını Genel Kurulda açıklaması şarttır. Bugüne kadar gelmiş geçmiş pek çok karizmatik lider bütçelerini saatlerce Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda savunmuşlardır. Onlar da insandı, onlar da siyasetçiydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’ne eklenen “Yürütmenin temsili” başlıklı “Bütçe sunuş konuşmasını Yürütme adına Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bir bakan yapar.” maddesine atıf yaparak bir fili kavak ağacının arkasına saklamaya gerek yok. Yürütmenin başı olarak Sayın Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna gelip hazırladığı bütçe teklifini Anayasa’da yazdığı gibi çekinmeden açıklamalıdır.
Bilgilerinize tekrar sunmak isterim anayasa hukukçusu merhum Profesör Ali Fuat Başgil şöyle diyor: “Başbakanlık düzeninde bakanlar sekreter konumundadırlar, onlar siyasi değillerdir, atanmış görevlilerdir.” Kitaplarında da bunu yazar. Aynı şekilde, seçilmemiş Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da siyasi değil, görevlidir. Kabine görevlilerinin bu kürsüde usulen yemin etmeleri kişileri millet nazarında seçilmiş siyasi yapmaz. Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminde Sayın Cumhurbaşkanı seçilmemiş bir paratonere, koruyucu bir kalkana ihtiyaç duymamalı. Mesela, sürekli artan bütçe açığının neden önlenemediği yürütmenin başı tarafından yüce Meclise anlatılabilmeli. Mesela, milletten alınan emanetlerle oluşturulan bütçede faiz ödemelerine neden tarıma ayrılan paydan 10 kat fazla pay ayrıldığı ilk elden açıklanmalı. Mesela, enerjide, yüksek teknolojide dışarıya bağımlılığımıza yönelik endişelerimize yanıtlar verilmeli. Mesela, bir senede 10 katına çıkan enflasyonun, 3 katına çıkan dolar kurunun sebepleri açıklanmalı, hesabı verilmeli. Hesabı verilemeyen 28 milyar dolarlık kara paranın kaynağı, kaşla göz arasında buharlaştırılan 128 milyar doların akıbeti gibi konular başka hangi siyasi sorumluyla nerede görüşülecek? Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundan daha uygun bir yer yoktur. Bu konularda siyasi sorumlu tarafından verilen bilgilerle biz milletvekilleri ikna edilebilmeli, siyasi sorumlu hesap verebilmeli, korkmamalı. Milletin bütçe hakkının üzerine halel getirilmemeli.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi denilen bu garip, keyfî sistem tanıtılırken Başbakanlık makamının kaldırıldığı sıklıkla kaydedilmişti. Ben ise kontrol dışına çıkmış bir Başbakanlığın devam ettiğini düşünüyorum. Önceki Başbakanlık görev ve yetkileri üzerine eklenen ilave güçlerle donatılmış yeni makama “partili Cumhurbaşkanlığı” ismi verildi. Bu nedenle partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin asıl lağvettiği Başbakanlık değil, aksine Cumhurbaşkanlığı makamıdır. Tarafsızlık bırakılmış, devlet işlerine particilik gölgesi düşürülmüştür. Şu anda hakiki manada Cumhurbaşkanlığı makamı lağvedilmiştir, boştur, eksikliğini fazlasıyla hissediyoruz. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Aslında, son dört yıldır, partilerüstü ve tarafsız olması gereken önemli bir kurumun eksikliğinde inanılmaz yetkilerle donatılmış bir yarı Orta Asya sistemini yaşıyoruz. Son derece fazla yetkilerle donatılıp, ismi değiştirilip atadığı bakanlarla ülkeyi idare eden, adına da “partili Cumhurbaşkanı” denilen bu makam hem parti başkanı hem yürütmenin başı hem de devlet başkanı statüsünde ve ülkenin yüce Meclisine gelip bütçesini açıklayamıyor, ne yaman bir çelişkidir. Nesiller boyu eleştirdiğimiz, özellikle sizin eleştirdiğiniz Millî Şef İsmet İnönü Meclisimize hesap veriyordu, tutanaklarda sabittir, bakabilirsiniz. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Madem 1950 öncesinden daha beter bir sisteme geri dönecektik, bu uğurda şehit olan merhum Adnan Menderes, merhum Fatin Rüştü Zorlu, merhum Hasan Polatkan ve zindanlarda çile çekmiş büyüklerimizin ne günahları vardı? (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Gerek ekonomide gerek siyasette gerek sosyal hayatta gerek eğitimde AK PARTİ’nin en büyük mahareti, geleceğe gider gibi yapıp ülkeyi geri götürmektir. Keyfî partili Cumhurbaşkanlığıyla ilgili merhum Profesör Ali Fuat Başgil’i tekrar referans göstermek isterim. Merhum Başgil’in, devlet başkanının aktif bir siyasetçi olmasıyla ilgili, 1959 senesinde “Esas Teşkilat Hukuku” kitabında yazdıklarını dikkatlerinize sunarım: “Devlet reisinden beklenen birleştirici ve ihtirasları yatıştırıcı rol partili cumhurbaşkanında bulunmaz, bilakis efkârı parçalayıcı ve parlamentoyu hırçınlaştırıcı bir rol oynar. Aktif politika devlet reisinin değil, başbakanın ve bakanların rolüdür. Devlet reisine düşen, politika dışında, çarpışan siyasi fikir gruplarının üstünde kalmaktır. Bu şartı yerine
getirmeyen ve siyasi ihtiraslar çarpışmasında taraf tutan bir devlet reisi, bu rejimde faydalı olmak şöyle dursun, milletin selameti için tehlikeli olur.” Merhum hocamıza Allah’tan rahmet dilerim, makamı cennet olsun.
Değerli milletvekilleri, Parlamentonun yasama ve denetim faaliyetlerinde bulunmak gibi iki farklı görevi bulunuyor fakat partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde yasamanın saraydan siparişle uygulanması bir yana, denetim faaliyetleri maalesef son derece zayıf bırakılıyor. Ben beş yıldır her Genel Kurul açılışında şu cümleyi duyuyorum: “Alınan karar gereğince denetim konularını görüşmüyor ve gündemin ‘Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler’ kısmına geçiyoruz.” Bu cümle milletvekillerinin Anayasa gereğince yapması gereken denetim görevlerini bloke ediyor, âdeta milletvekilleri denetim yapmamaya ikna edilmeye çalışılıyor, “Denetimi unutun.” deniyor. Hâlbuki o kadar çok denetlenmesi gereken konu var ki. Son zamanlarda AK PARTİ kaynaklı müthiş yolsuzluk hikâyeleri duyuyoruz ve görüyoruz. Bu yolsuzluklara bazı Meclis üyelerinin de adı karışmış durumda maalesef. İnşallah bu olaylara karışmamışlardır ümidimi ben saklı tutuyorum fakat bu iddiaların soruşturulmaması onlarla ilgili şüpheleri daha da çok artırıyor. Bu durum daha da üzücü. Meclisin denetim faaliyetlerini, özellikle kendi üyeleriyle ilgili olanları muhakkak yerine getirmesi lazım.
Sayın milletvekilleri, devlet yönetmeye talip olanlar Parlamentoya bazı temel bilgilere sahip olarak gelmeliler fakat bazı temel konularda eksikliklerin olduğunu gözlemliyorum. Devlet yönetiminde bulunan bir siyasi heyetin liyakat ve bilgi birikimiyle ülkeyi idare etmiş olmalarını umardım. AK PARTİ’li siyasilerin biri siyasi, biri ekonomik iki temel konudan habersiz olduklarını üzülerek tespit ettim. Siyaseten “devlet” ile “iktidar”ın farkını, ekonomik olarak ise “büyüme” ile “kalkınma”nın farkını AK PARTİ mensupları bilmiyorlar. Hem ekonomik hem de siyasi temel bilgi eksiklikleri son derece sakıncalı. Devlet ne demek, iktidar ne demek, büyüme ne demek, kalkınma ne demek; istisnalar dışında bilen yok.
Kendilerinden “devlet” diye bahsederken aslında devleti kalkan
olarak kullanıp yaptıkları vahim hatalardan dolayı kendilerini korumaya çalıştıklarını anlamadığımızı zannediyorlar. 2002 öncesi devleti yok sayıyorlar, korkarım ki 2023 sonrasını yok sayıp yıkıcı muhalefet yapacaklar. Kendi dönemlerindeki devleti yüceltir gibi konuşurken bizim anladığımız manadaki topyekûn devlet AK PARTİ yetkilileri tarafından bir 28 Şubat mağduriyeti hıncıyla sinsice yerden yere vuruluyor. Çok net olarak ifade etmeliyim ki devletimiz ve milletimiz yücedir. Ülkemizde gadre uğramamış kesim aşağı yukarı yoktur. Bu ülkede gadre uğramış olan kesimlerin kimisi şikâyet eder, kimisi devletine olan inanç ve sadakatten dolayı şikâyet etmez. Cumhuriyetin ilk yılları çok mu rahat geçti zannediyorsunuz? Siz, cumhuriyetin ilk yıllarında ülkesine, devletine hizmet etmiş olmasına rağmen haksızlığa uğradığını düşünen ailelerin devletin aleyhinde tek bir kelime ettiğini duydunuz mu? AK PARTİ tarafından sıklıkla örnek verilen 27 Mayıs mağduru Demokrat ailelerden devlet aleyhine tek bir kelime duydunuz mu bugüne kadar? Duyamazsınız çünkü anlatmazlar, anlatmadılar, bu bir prensiptir, bu bir devlet terbiyesidir. Siyasi çıkarınız için ağzınıza pelesenk ettiğiniz merhum Adnan Menderes’in oğulları, Mutlu Bey’in, Yüksel Bey’in, Aydın Bey’in babalarının mağduriyeti üzerinden siyaset yaptığını hiç duyanınız, okuyanınız var mı? Gülmeyin Recep Bey, hiç gülmeyin. Hiçbir siyasi ilginiz olmamasına rağmen devamlı arkasına sığındığınız Yassıada mağduru Demokrat Partililer Cumhuriyet Halk Partisini kıyasıya eleştirirlerdi fakat çektikleriyle ilgili, devletle ilgili en ufak bir bağlantı kurmazlardı.
– Bizim tavrımız dönemlik değil aziz milletimiz için ebet müddet devlet tavrıdır.
İktidarda yirmi sene geçirmiş bir partinin mensuplarının olgunlaşmış olmasını umardık. Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimine giderken seçimin konusunun aziz milletimiz için şefkatli, vakarlı, güven veren bir parlamenter sistem mi, yoksa birtakım ailelerin ve zümrenin saadetini ön plana çıkarmış, yolsuzluklara batmış sistemsizlik mi olacağını belirtti”